top of page
Ara
Yazarın fotoğrafıCansu Dağbağlı

Başka Dünyadan Bir Ada: Mont Saint Michel


Uzaktan bakması ayrı güzel, surların içini gezmesi ayrı güzel olan bu adaya seyahat planımızı bu sefer ben değil Renato yapmıştı, kendisi daha önce gezip beğendiği Mont Saint Michel'e beni de götürmek istiyordu, ben de tabi ki her gezi planına olduğu gibi uça uça gidelim dedim :) Açıkçası bu ikonik adanın fotoğraflarını daha önce görmüştüm ve Fransa'da olduğunu biliyordum ama tam olarak neresinde olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. Meğersem Normandiya bölgesindeymiş, yani Atlas Okyanusu'nda yer alıyor. Karayla bağlantısı bir köprüyle sağlanıyor.

Paris'e uçup, araba kiralayarak adaya ulaştık. Trenle ulaşmak da mümkün ama başka şehirlere de gitmeyi planladığımız için bu seyahatte araba kiralamak daha mantıklı olacaktı. Tüm yolculuk gerçekten keyifli, Paris'ten yaklaşık 4 saat sürüyor. Tren opsiyonunu düşünenler için ise fiyat tek yön yaklaşık 40€. Mont Saint Michel'e varınca, eskiden araba ile surların önüne kadar ulaşmak mümkünmüş ancak görüntü kirliliği ve mevsimine göre yükselen gelgitler nedeniyle artık şehre bile arabayla girilmiyor, arabanızı özel park yerinde bırakıyorsunuz ve park yerinden kalkan ücretsiz otobüse biniyorsunuz. Bu otobüsler belli bir saate kadar 10 dk aralıklar ile sürekli gidip geliyor.

Biz park yerinden köprünün girişine kadar yürüdük, minicik bir şehir burası, hatta şehir demeye dilim bile pek varmıyor, adaya giden köprüye kadar tek bir yol üzerinde sağlı sollu oteller, restoranlar var ama baktığınız her yer özenilmiş ve güzel. Nehir üzerinde kurulan köprü hayli geniş ve uzun uzun zaman geçirilecek cinsten, adayı tam karşıdan gören manzarası da fotoğraf için ideal.

Tarihi 8. yüzyıla dayanan ve bu kayanın içine oyulan ada gerçekten de Ortaçağ hissi yaratıyor, böyle iyi korunmuş olması da insanı mutlu ediyor. Ortaçağda Hıristiyanlar buraya uzak yerlerden yürüyerek gelip hacı oluyorlarmış. Adaya yıllar içinde yapılar eklenmiş, 1500lü yıllarda ise son halini almış. 1790'da keşişler adayı terk etmiş ve şu an UNESCO Dünya Mirası listesinde.

Ziyaret zamanı: Baharda ve yazda daha güzel olduğuna hiç şüphemin olmadığı adaya aslında Mart'ta gitmiş olmaktan mutluyum çünkü gayet sakin sokaklar, restoranlar karşıladı bizi. Yüksek sezonda inanılmaz kalabalıklar olduğunu ve adanın zaten dar olan sokaklarında yürünemediğini duydum! Hafif soğuk bir sezonda gitmiş olmamızın bir diğer güzel yanı da adanın hem güneşli hem de sisli ve soğuk halini tecrübe edebilmemiz oldu bence. Havanın kararmasına yakın tepedeki kiliseye tırmanmaya başladık ve kısa zamanda atmosfer tamamen değişti, yoğun bir sis indi ve onun sayesinde kara görünmez oldu. Dünyada tamamen yalnızmışsınız gibi bir his bu. En yüksek nokta olan kiliseye çıkmak ve adanın etrafında dolaşarak diğer yönden dönmek kısa zaman alıyor, ama bu kısa zamanda gördüklerinizi hiç unutmayacağınız cinsten bir yürüyüş oluyor bu.

Kalınacak yer

Adanın tarihi atmosferini yaşamak için biz içerde kalmayı tercih ettik ama gidince fark ettim ki aslında dışarda da kalınabilir, adada tüm mekanlar aynı kişiye aitmiş gibi bir hava var, ayrıca surların içinde az otel olduğu için de fiyatlar bir hayli yüksek. Siz gitmek isterseniz bütçenize göre karar verebilirsiniz. Bir daha gitsem dışarda kalırdım, nasılsa otobüs ile adaya gidiş ve geliş gayet rahat bir şekilde sağlanıyor. Bizim kaldığımız otel Les Terrasses Poulard, güzel bir oteldi fakat tek sorunu odanın çok küçük olmasıydı, fiyatı ise kahvaltısız 80€.

Ne yenir & içilir

Hikayeye göre adada pek bir şey yetişmediği ve çevreden malzeme getirmek zor olduğu için eskiden Madame Poulard kolay elde edilebilen ve saklanabilen malzemelerden yemekler yaparmış. Bu madamın omleti kendi adıyla açılan restoranda meşhur olmuş ve günümüze kadar gelmiş. Adada yemek konusunda dikkat edilmesi gereken nokta, restoranlar yemek servisini çok erken bitiriyorlar, bu sebeple istediğimiz bir restoranda yiyemedik, kaldığınız yerin resepsiyonundan bu konuda bilgi almakta fayda var.

Meşhur Mont Saint Michel omleti: Bu omletin orijinali gerçekten surların içindeki La Mere Poulard restoran/oteline aitmiş. Tarifi tam olarak açıklanmayan omlette yalnızca tereyağı, yumurta ve ekstra yumurta beyazı olduğu düşünülüyor. Bakır kaplarda uzun süre çırpılıyor, odun ateşinde tavada bir tarafı pişip diğer tarafı tam olarak pişmeden tabağa alınıyor, bu sayede kremsi ve kabarık bir omlet oluyor. Aşağıdaki fotoğrafta göreceğiniz gibi restoranların dekorasyonu da hep bakır tava ve kaplardan oluşuyor. Orjinal restoranında bu omlet çok yüksek fiyatlı olduğu için(yaklaşık 20€) daha ekonomik fiyatlı olan bir yere gittik ancak yine de verdiğimiz fiyata değmediğini düşünüyorum (15€). İçinde farklı malzemeler olan bir omlet bekliyordum açıkçası, sade omlet gelince şaşırdım. Şaşkınlıktan fotoğraf çekmeyi bile unutmuşum, aşağıya Google'dan bulduğum fotoğrafı koyuyorum :)

Omlet dışında Normandiya bölgesine özgü yemekler adada da var, kuzu yemekleri ve tencerede soslu pişirilen midye oldukça popüler. Ayrıca tabi ki Normandiya peynirleri. Akşama doğru yediğimiz omletten sonra akşam yemeğini hafif şekilde peynirle geçirdik. Kuzu ve midyeyi ise ertesi günlerde ziyaret edeceğimiz diğer Normandiya şehirlerine sakladık. Yine de midyenin nasıl olduğunu görmeniz açısından buraya Etretat'da yediğimizin fotoğrafını koyuyorum.

İçecek olarak ise Cidre yani elma şarabı bu bölgeye özgü bir içecek, ben daha önce de Lyon'da deneyip bayılmıştım, fiyatı da uygun olduğu için mutlaka denemek gerek diye düşünüyorum. Aşağıda midyenin yanındaki içecekler elma şarabı, bir tanesi daha hafif diğeri daha yoğun olduğu için renkleri farklı oluyormuş.

Aşağıda adadaki sisli dakikalardan küçük bir video derledim, kilise çanları çalarken video çekmeyi pek bir seviyoruz nedense :)

Komentarze


bottom of page