top of page
Ara
  • Yazarın fotoğrafıCansu Dağbağlı

Rio Notları


Özgürlüğümün son günlerinde, daha bu seyahatin üzerinden de çok geçmemişken notları yazmalıydım. Yakında çalışmaya başlıyorum yani buradaki hayatımda yeni bir dönem başlayacak, umarım her şey iyi olur.

Rio için yalnızca 6 günümüz vardı malesef elimizde. Ben de planı 3 gün Rio de Janeiro, 3 gün de etraftaki diğer şehirleri gezmek üzere yaptım. 3 günün yeterli olacağını düşünmüştüm ama sonradan baktım ki Erasmus dönemindeki hızımızdan eser yok. Yani görmek istediğim müzeleri, birkaç başka yeri gezemedik ama yine de diğer şehirlere de (Buzios, Teresopolis, Petropolis) gitmiş olmaktan memnunum. Bu şehirler yine Rio de Janeiro eyaletinin içinde kalıyor. Bu post uzun oldu, o yüzden ekstra 3 şehre bir sonraki postta anlatacağım.

Güzelliğine methiyeler düzülen bu şehre gitmeyi çok istiyordum gerçekten, “Cidade Maravilhosa” yani muhteşem şehri göreceğim için çok heyecanlıydım açıkçası. Rio de Janeiro’yu ziyaret edip dönenler şarkıdan esinlenerek “Rio de Janeiro continua lindo” derler, yani “Rio de Janeiro hala güzel”

Bu sefer Brezilya’ya gelirken bu seyahati yapacağımızı tahmin etmediğim için fotoğraf makinemi Türkiye’de bırakmıştım, sonuç olarak tüm fotoğraflar iPhone ile çekildi ama yine de idare ediyor.

12 Temmuz günü sabah 7′deki uçağımızla Recife’ten Rio’ya 3 saatte uçtuk. Ülkenin kendi içinde 3 saat uçuyoruz, ne kadar büyük olduğunu siz düşünün :) İndiğimiz zaman daha önceden ayırtmış olduğumuz arabayı kiraladık. Siz yalnızca Rio’yu ziyaret etmeyi düşünüyorsanız araba kiralamayı kesinlikle tavsiye etmem çünkü büyük park problemi var!

Airbnb üzerinden Botafogo sahilinde küçük bir stüdyo kiraladım, aslında bunu kiralamamın tek sebebi manzarasıydı. Fiyatı orta derece diyebilirim, bu bölgede binalar eski ve pek bir özelliği yok, ama dediğim gibi manzarasına kesinlikle değer. Daha stüdyo bizim için müsait değildi, biz de hemen yakınındaki Botafogo Praia alışveriş merkezinde yemek yemeye karar verdik.

Açıkçası Rio yeme-içme konusunda beklemediğim kadar pahalı çıktı. Bir Avrupa şehri ile kıyaslarsanız aynı düzeyde ancak buranın da bir Avrupa olmadığı bir gerçek. Fiyatlar İstanbul’dan bile daha yüksek. Özellikle içkiyi bu kadar hiç beklemiyordum çünkü normalde Brezilya’da alkol fiyatları oldukça uygun.

Yiyeceğiniz herhangi dandik bir fast food (ki burada fast food gerçekten ekstra kötü kalitede) bile en az 20 TL tutacak, o yüzden biraz daha fazla verip düzgün bir yemek yemeyi tavsiye ederim. Açık büfe olan ve aldığınız yemeğin ağırlığına göre para ödediğiniz restoranlar tercih edilebilir, bunların avantajı örneğin salata ile etin aynı fiyatta olması. Barbeküye bayılan bir millet oldukları için bu tarz restoranlarda Picanha ya da Maminha tercih edilebilir, lezzetli oluyorlar.

Botafogo Praia alışveriş merkezinin küçük bir terası var. Manzarayı görmek için ve fotoğraf çekmek için çıkılabilir. Manzarası bu şekilde, Rio’nun en ikonik noktalarından olan Pão de Açúcar’ı görüyor. Görüntüye hayran olmamak elde değil ve arkadan gelen gürültüye rağmen insana huzur veren bir şeyler var bu manzarada. Koydaki teknelerin sabit duruşu sanki zamanı da durduruyor gibi hissettim bir an burada.

Yemekten sonra Ipanema sahiline gitmeye karar verdik. Copacabana ve Ipanema Rio’nun en meşhur sahilleri. Burada sahil boyunca yürüdük ve pazar günleri kurulan el işi tezgahlarını gezdikten sonra Arpoador burnuna doğru yürüdük.

Ipanema sahilinde müzik çalan grupları görürseniz bir soluklanmak için oturun, manzaranın ve müziğin tadını çıkarın. Gerçekten müzik konusundaki yeteneklerine hayranım.

Arpoador burnunda küçücük bir tepeye çıkarak tatlı tatlı rüzgar eşliğinde Ipanema’ya bakan bu manzarayı izleyebilirsiniz. Buradan sonra biz stüdyoya geçtik, akşam ev sahibinin tavsiye ettiği bir İtalyan restoranına gittik ancak tavsiye edecek kadar iyi bulmadım. Seyahat boyunca fark ettim ki burada İtalyan, Alman, Yunan vb. yemekleri yaptığını iddia eden restoranlara pek de güvenmemek gerek… Sabah uçağa yetişmek için çok erken kalktığımızdan dolayı bu akşam plan yapmadan uykuya geçtik ama meşhur gece hayatı olan Lapa’yı görmek için sabırsızlanıyordum.

2. günün sabahında işte stüdyonun penceresinden güneşin böyle doğuşuyla uyandık. Botafogo merkezi bir yer olduğu için kahvaltıyı hemen yakında hızlıca yapıp sabah erken Pão de Açúcar’a çıkmak için Urca semtine doğru yola koyulduk. İyi ki sabah erken gitmişiz, teleferik seansları 8de başlıyor, biz 8:30 civarı vardık, gittikçe kalabalıklaşıyor. 3 dk süren teleferik yolculuğu ile ilk durak olan Urca tepesine varılıyor. Teleferikte manzarayı görebilmek için bindiğiniz yöndeki camlı kısmı kapmak gerekiyor.

Teleferiğe çıkarken çektiğim videoyu ve muhteşem manzarayı görmek için bu yazıma bakabilirsiniz.

İlk durakta küçük bir müze var ve ilk yolculuk yapan teleferik de burada sergide. Burada biraz zaman geçirin, hemen Pão de Açúcar’a çıkmak için acele etmeyin, burası daha büyük bir alan ve cafeler vs. daha ucuz, manzara da mükemmel.

Teleferiğin ilk durağı olan Urca tepesine araba ile ulaşım mümkün, ancak bence teleferiğin de ayrı bir havası var.

İkinci 3 dakikalık yolculuktan sonra Pão de Açúcar tepesine varılıyor. Kısacık süren bu teleferik yolculuğunun tadını çıkarmak ve manzaraya doya doya bakmak gerek çünkü tepeye çıkılınca bu manzara arkada kalıyor.

Biz dönüşte Urca tepesinde kahvemizi alarak biraz dinlendik ve bu şehrin güzel görünüşüne uzun uzun baktık.

Pão de Açúcar’dan sonra İsa heykelini ziyaret etmek için arabaya atladık. Paineiras istasyonuna kadar araba ile ulaşıldığını öğrendiğimiz için bu istasyona varınca park ettik ve bilet alma sırasını görünce şoka girdik. Eğer vaktiniz varsa mutlaka buraya da sabahtan gidin. Bir de farklı yerlerden değişik ulaşım yöntemleri var heykele, sizin için hangisi en uygun ise araştırarak karar verin. Biz malesef okul tatil dönemine de denk geldik ve o kadar sırayı mecburen bekledik. Bir de heykelin olduğu alan pek büyük değil ve müthiş kalabalıktı, birkaç fotoğraf çekip hemen döndük.

Heykelin bulunduğu Corcovado tepesi, Tijuca milli parkının içinde bulunuyor. Bu tepe 700 m yüksekliğinde, heykel ise 38 m ve dünyadaki 2. en büyük İsa heykeli. Bu kadar yüksekte olduğu içi şehir içinden minicik görünen heykel aslında yanına geldiğinizde tabi ki kocaman. Bu yüzden de fotoğraf çektirmek için insanlar şekilden şekile giriyor :)

Tijuca milli parkı dünyada şehir içinde bulunan en büyük yeşillik alan özelliğini taşıyormuş. Hiking sevenler için çok iyi rotalar bulunuyor bu parkın içinde. Bence şehir içinde böyle bir parka sahip oldukları için de çok şanslılar.

Tabi ki Corcovado tepesinin tek özelliği İsa heykeli değil, bir de bu müthiş manzarası var.

Heykelden dönüşte çok beklediğimiz ve acıktığımız için hemen kendimizi merkezi bir yerde bir restorana attık, daha sonra da yolumuzun üzerinde Flamingo Park gibi küçük görülecek yerleri ziyaret ettik. Bu sırada telefonumun şarjı bittiği için malesef fotoğraf yok.

Akşam da Botafogo’da barların bulunduğu bölgede bira eşliğinde yemeğimizi yedik. Birçok çeşit biranın bulunabileceği, haftaiçi de kalabalık, yemekleri lezzetli barlar bunlar, pahalı olduğunu yine not düşeyim.

3. günün sabahında niyetimiz Copacabana Kalesi’ndeki meşhur Confeitaria Colombo’da kahvaltı yapmaktı. Kale saat 10′da ziyarete açıldığı için biraz ağırdan aldık, sabah kartpostallarımı yazıp yolladım sonra yola çıktık.

Kaleye vardığımızda 10:30 civarıydı ve Confeitaria Colombo tamamen doluydu, üstüne üstlük bekleme listesi vardı. Biz de akşamüstü şehir içindeki şubelerine gitmeye karar verip biraz ilerideki cafede kahvaltı yapmaya karar verdik.

Bizim kahvaltımızla karşılaştırırsak tabi ki daha az çeşitli ama yine de neyse ki Brezilyalılar kahvaltıda yalnızca tatlı değil, tuzlu da yemeyi seviyorlar. Kahvaltı kişi başı 30 TL ve deniz kenarında keyifli keyifli doyuyorsunuz.

Kahvaltıdan sonra biraz kaleyi gezdik ve çıktığımızda öğlen olmuştu bile, biraz Tijuca milli parkını biraz gezmeye karar verdik. Botanik bahçe de iyi bir seçim olabilir ancak bizim pek vaktimiz yoktu. Tijuca milli parkının birkaç girişinden biri olan botanik bahçesine yakın girişinden girdik.

Bu ücretsiz girişli kısımda çeşitli parkurlar, serinlemek için küçük şelaleler, seyir noktaları var. Biraz manzara seyrine daldık, biraz maymunları izledik, sonra da doğayla iç içe olmanın verdiği huzurla buradan ayrıldık.

Evet, bence bu şehirde gerçekten tüm olay manzara diyebiliriz!!

Brezilya’da şehir merkezi bizim alıştığımızdan daha farklı bir konseptte. Şehrin en eski kısmı, bu doğru. Ancak merkezde kimse yaşamıyor, bir terkedilmişlik havasında yalnızca dükkanlar ve iş yerleri var. Bu yüzden de akşam tehlikeli bir hale geliyor. Pis ve kötü görünüşlü aynı zamanda. Gündüz de aslında pek güvenli diyemem, burada hep dikkatli olmanız gerekiyor. Biz de fazla kalmadan, yalnızca Confeitaria Colombo’ya uğramak için gittik.

Confeitaria Colombo’nun meşhur olmasnının nedeni 100 yıldan fazladır hizmet veriyor olması, binanın güzelliği ve tatlılarının güzelliği imiş. Çok kalabalık, sürekli bir kuyruk var ve bu sebepten olsa gerek ki biz servisten pek memnun kalmadık. Ama mekanın güzelliğine diyecek yok tabi.

Confeitaria’dan ayrıldıktan sonra bir tazelenmek ve akşama hazırlanmak için stüdyoya uğradık. Akşam çıktığımızda istikamet Lapa’ydı. Burası dediğim gibi şehir merkezinde olan ve durumu kötü olan bir semtmiş önceden. Aynı İstanbul’daki semtlerin geçirdiği değişimi geçirerek, burada mekanların açılmasıyla gece hayatının merkezlerinden biri haline gelmiş.

Buraya geldiğinizde arkada gördüğünüz Carioca su kemerini de ziyaret etmiş oluyorsunuz. 17. yüzyılda Carioca nehrinden kente su taşımak için inşa edilmiş oldukça büyük bir kemer.

Bu arada Carioca kelimesinin de Rio şehrinden olan insanları ifade etmek için kullanıldığını belirtmiş olayım burda.

Lapa semti oldukça hareketli, haftaiçi bile barlarda canlı müzik bulmak mümkün. Burada içkiyle beraber yemeğinizi yiyebilir ve müziğin tadını çıkarabilirsiniz. Daha uygun fiyatlı olan barlar bulmak mümkün, oralarda oturup yine de diğer mekanlardaki canlı müziği duyabiliyorsunuz.

Rio’da son günümüzde, stüdyodan ayrıldıktan sonra aslında bir günümüz bile yoktu, öğlen Buzios’a yola çıkmalıydık, tekne turu yapmaya karar verdik. Tekne 9:30′da marinadan kalkıyor ve tur 2 saat sürüyor. Bizim tur yaptığımız gün görüş açıklığı çok iyi değildi ama yine de keyifli bir turdu, gezme şansı bulamadığımız yerleri uzaktan da olsa görmek ve bilgi sahibi olmak açısından iyi bir seçim yapmışız.

Niteroi’de Oscar Niemeyer’ın tasarladığı modern sanat müzesi.

Böylece 3 günümüzü tamamladık ve Buzios’a doğru yola koyulduk. Diğer 3 gün boyunca gezdiğimiz şehirleri de bir sonraki postta anlatacağım umarım.

bottom of page