Bizim sonbaharda gittiğimiz ama eminim ilkbaharda da bir o kadar güzel olan Rize ve Trabzon'u yazacağım. Dövizin boyumuzu aştığı bu günlerde yurtiçi turlar ilaç gibi geliyor. Karadeniz'de içinizi huzurla dolduran birkaç gün geçirmeyi kesinlikle düşünün derim! 2017 sonbaharında yurtiçine yaptığımız 4 şehir gezisi içinden en çok beğenip etkilendiğimiz gezi oldu.
Uzun bir Karadeniz turu çok uzun zamandır hayalimdi ama baktım ki olmuyor, en iyisi haftasonluk gezilere böleyim dedim ve kampanyadan iki kişi git-gel 225 TL'ye aldığımız biletlerle bir haftasonu kaçamağı yapmaya karar verdik. Bu yazımda gezilecek yerler ve yenecekler diye ayırmadan bizim planı yaptığımız sırayla anlatacağım, sizin de 2 günlük vaktiniz olursa bu planı izleyebilirsiniz :) 2 günden fazla zamanınız varsa yaylalara çıkın bence, Ayder için 4x4 araca gerek yok, diğer yaylalar için gerek oluyor sanıyorum.
İlk gün - Rize
Sabiha Gökçen'den sabah 6 uçağına atladık ve 8e doğru Trabzon'a indik, kiraladığımız aracı aldık ve hemen Rize'ye doğru yola koyulduk. Rize'ye kadar sahilden, keyifli bir yoldan gidiliyor. Çamlıhemşin'e giden yola, sağa döndüğünüz anda ise huzura doğru gitmeye başladığınızı ve yolun tamamen değiştiğini hissediyorsunuz. Solunuzda Fırtına Deresi gürül gürül akıyor, üzerindeki köprülerin bazılarında fotoğraf çekmek için durmaktan kendinizi alamıyorsunuz.
Çamlıhemşin
2 saatlik yolculuk sonrası uzun zamandır kahvaltısının hayalini kurduğum, Çamlıhemşin'deki Çinçiva Kafe'ye vardık. Kahvaltının yıldızı tabi ki kuymak ve mis gibi Karadeniz çayı! Rize'de kuymak, Trabzon'da muhlama denen bu harika şey, mısır unu, bolca tereyağı ve yöresel peynirden yapılıyor. Çay da bir demlikle getiriliyor, süzülmemesi gerekiyor! Kafe'nin tarihi Şenyuva Köprüsü'nü gören manzaralı masalarından birine oturun ve uzuuun uzun bu devasa kahvaltının keyfini çıkarın. Şenyuva Köprüsü, bu civardaki en eski ve büyük köprü, 1696 yılında yapılmış. Kahvaltı da kişi başı 35 TL. (Ekim 2017 fiyatı)
Zil Kale & Palovit Şelalesi
Kahvaltıdan sonra, 10 dk uzaklıktaki Zil Kale'ye ulaşıyoruz. Buradaki manzara muhteşem, Fırtına Deresi'ne 100 metre yukardan bakıyor ve ne yana baksanız nefes kesiyor. 600 yıllık bir geçmişi olduğu tahmin ediliyor ve tarihi İpek Yolu üzerinde yer alıyormuş. Giriş ücreti 3 TL idi, böyle bir yeşili yaşadığımız şehirlerde bulmak zor, o yüzden tadını çıkara çıkara kalenin her yönünden manzarayı izleyin. Kalenin hemen yanındaki Kaledibi Kafe'de kahve molası verdik. Buralarda telefon çekmiyor ama bu kafede internet var, aklınızda olsun :)
Palovit Şelalesi’nin de içinde olduğu Kaçkar Dağları Milli Parkı, Zil Kale’den sadece 15 dk uzaklıkta, buraya gelmişken şelaleyi görmekle kalmayın, kısa da olsa bir yürüyüş yapın. Her yerden sular fışkırmasını görmek, sanki havanın değişip elle tutulur bir hale gelişini deneyimlemek için burada biraz zaman geçirmeniz benden tavsiye. Bu arada fotoğrafta şelale küçük gibi görünüyor olabilir ama gerçekten yüksekten dökülüyor. Ve sırılsıklam oluyorsunuz, yağmurluk götürmekte fayda var :) Milli Park içinde biraz gizlenmiş bir hali var, bizle beraber birçok başka insanın da görmeden geçtiğini fark ettik. Yol kenarına park edip, köprüyle biraz aşağıya inilip şelale yakınına gidiliyor. Yolda giderken köprüyü görmeye çalışırsanız kaçırmazsınız diye düşünüyorum.
Milli Park'ta zaman geçirdikten sonra Trabzon'a doğru dönüşe geçtik, yol üzerinde birkaç lezzet durağı yapabilirsiniz :) Çayeli'nde meşhur kuru fasulyeciler var, biz devasa kahvaltıdan sonra çok aç olmadığımız için daha ilerde yemeye karar verdik ve Trabzon Sürmene'ye ulaşınca muhteşem pidelerinden yemeyi tercih ettik. Sürmene pideleri adından söz ettirdiği kadar var, yine aşırı büyük boyutlarda bir porsiyon pide yedik (burada pideler pizza gibi dairesel :)), pideler ortalama 20 TL, üzerlerindeki et/kıyma/kavurma miktarını İstanbul'da yediğimiz pidecilerde bulmak imkansız gibi. Biz sevgili @ezgimatsu nun tavsiyesiyle Yılmaz Pide'de yedik.
Sonra da Trabzon merkeze dönüp otelimize ulaştık. Nerede konakladın derseniz çok memnun kalmamakla birlikte yine de fiyatına göre fena değil diyebileceğim Yıldız Life Hotel'de kaldık.
İkinci gün - Trabzon
Trabzon'da şehiriçinde görülecekler içinden biz Kostaki Konağı ve Ayasofya'yı seçtik. Bunun dışında zamanınız varsa bir de Atatürk Evi'ne ve Trabzon Şehir Müzesi'ne gidebilirsiniz.
Kostaki Konağı
Trabzon'un ortasında İtalya'da gibi hissetmek isterseniz buraya gelin. Rum bir bankacı olan Kostaki tarafından 19. yüzyıl sonunda yaptırılan konak daha sonra bir Türk aile tarafından satın alınmış, daha sonra da kamulaştırılmış. Duvarları kalem işi süslü olan konağın birçok malzemesi İtalya'dan getirtilmiş. 2001'de Trabzon Müzesi yapılmış, Müze Kart ile girip gezmek mümkün.
Ayasofya
1584'te yapıldığında Ortodox kilisesi olarak yapılmış ve Fatih'in Trabzon'u fethinden sonra camiye çevrilmiş. Biraz şehir dışında kalıyor, kesin gidin diyemeyeceğim, ama bana güzel bir his verdi. Hem etkileyici, hem de aynı zamanda mütevazi gibi. Kilise yukardan Karadeniz'e bakıyor ve geç Bizans kiliselerinin güzel bir örneği olarak sayılıyor.
Ayasofya'dan sonra şehir merkezine dönüp meşhur Kalkanoğlu Pilavcısı'nda pilav yiyecektik fakat pazar olduğu için kapalıydı malesef :( Bu durumda biz de Sümela'ya giderken yolda atıştırdık ve yol üzerinde üreticisinden taze fındık almayı da ihmal etmedik. Şehir merkezinden almak yerine yoldan almanızı fiyat açısından tavsiye edebilirim. Arada büyük fark vardı!
Sümela Manastırı
İşte geldik gezinin yıldızına! Restorasyonda olmasına rağmen gitmeye değer olduğuna düşündük ve sonra da "iyi ki" dedik! Şehir merkezinden yaklaşık 1 saatte ulaşılıyor. Tek başına Trabzon'a gelme sebebi olabilecek olan Sümela Manastırı’na giden yolda yavaş yavaş çevrenizin değiştiğini hissediyor, zaten yeşil olan manzaranın daha derin bir yeşile bürünmesini, gittiğiniz yolun dar bir vadiye dönüşmesini izliyorsunuz. Altındere Vadisi Milli Parkı’na girdikten kısa süre sonra da yukardan size verilen bir ödülmüş gibi manastırı görüyorsunuz. Ulaşmak için yine virajlı yollardan kıvrıla kıvrıla yukarıya çıkmak gerekiyor, ama biz çıkarken de inerken de sürekli durup böyle güzel manzaralarda fotoğraf çekmeye indik.
Hamsiköy Sütlacı
Sümela'dan sonra meşhur sütlacından tatmak için rotayı Hamsiköy'e çevirdik. Hamsiköy, tarihi İpek Yolu üzerinde, Trabzon merkeze yaklaşık 1 saat uzaklıkta ve sütlacıyla ünlü. Sümela'dan gelirseniz de yol yine yaklaşık 1 saat sürüyor çünkü Maçka'ya kadar geri dönmek gerekiyor. Adı Arapça’dan geliyor, “Hamseköy” yani 5 köy, etrafta 5 yerleşim birimi olduğundan adı böyle verilmiş. Rakımı 1300 olduğundan buradaki ineklerin sütü pek yağlı olurmuş. Böylece sütlacın sırrının da bu yağlı sütle yapılması olduğu söyleniyor💚 bulutların arasında çok huzurlu bir yer, bir sütlaç yiyip temiz hava alıp, biraz manzara izlemek için gelmeye değer. Osman Usta'nın yerinde (Yayla Lokantası) yedik, ilk sütlacı onun yaptığı ve fırınlanmadığı, orijinalinin sade olduğu söyleniyor. Üzerine fındık bile konmuyor, tadının hiçbir şeyin bozmaması gerekiyormuş.
Son tatlar - Nejla Hanım
Hamsiköy'den havaalanına yollanmışken, biraz daha zamanımız olduğunu fark ettik ve tadamadığımız lezzetleri, yani Laz Böreği ve Karadeniz usulü yaprak sarmasını denemek için, Laz Böreği'nin en güzeli diye tavsiye edilen Nejla Hanım'a geldik, bu mekan artık zincir olmuş durumda, biz havaalanına en yakın olanı tercih ettik. Laz Böreği adıyla tezat şekilde, baklavaya benzer bir tatlı, baklava seven bunu da sever diye düşünüyorum :) Ben Egeli olarak zeytinyağlı sarma üzerine başka sarma tanıyamasam da, karalahana sarması da farklı bir lezzet ve güzeldi.
Bunları da yiyip karnımız ve ruhumuz tok olarak havaalanından sevgili şehrimiz İstanbul'a uçtuk, yorgun ama mutlu bir şekilde eve döndüm ve diğer Karadeniz hayallerimin üzerine bir miktar daha heves koydum.
Comments